Tükenmiş Anneler
- Psikolog İrem Polat
- 18 Tem 2019
- 3 dakikada okunur
Anneliğe o kadar kutsallık atfediliyor ki, pek çok anne ne kadar yorgun düştüğünü, hatta
tükendiğini ifade edebileceği bir alan bulamıyor. Oysa orada! Tüm gerçekliğiyle ‘tükenmişlik’
hayatın tam merkezinde!
Başlama ve bitiş saati olmayan bir iş düşünün. Görevler sürekli kendini yineliyor. Kimse
yapılan işi takdir etmiyor, üstelik hep daha da fazlası talep ediliyor. Bu pozisyondan istifa
etmek gibi bir fırsat da yok! Tanıdık geldi mi? Bu yoğun duyguları biriyle paylaşmak
istediğinde de ‘Ben iyi bir anne değilim’, ‘Benimle ilgili ne düşünürler?’, ‘Bunu yaşan tek kişi
benim!’ diyen iç ses anneyi sabote ediyor.
Bir de annenin kontrolünde olmayan durumlar var. Habersiz misafirler, kazalar, hastalıklar
gibi. Planlar yapılır, sık sık bozulur. Tam her şey halloldu derken yeni bir görev belirir. Dahası
nefes almak için bebeksiz program yapabilen anne de vicdanıyla sık sık yüzleşir. Zihin bir
oradadır, bir burada.
Annenin hata yapma ihtimali de düşüktür. Bir şey eksik olduğunda önce kendi kendini yer
durur.
“Hayatım şimdi tam oldu, hep bir eksiklik vardı, ben çocuğumla tamım” miti de herkesin
söylemesi ve hissetmesi gereken bir dinamikmiş gibi dilden dile dolaşır. Çok nadiren bir
annen çocuğuna karşı ne kadar tahammülsüz olduğunu söyler. Zihninden çocuğu ve kendi
süreci hakkında olumsuz düşünceler ve duygular geçtiğinde bunu söylemeyi tercih etmez.
Peki ya görev dağılımı? Babalar söz konusu olduğunda genelde ‘eşiniz ne kadar destek
veriyor?’ sorusu sorulur. Yani aslında babayı bebeğin bakım veren konumuna koymayız, o iyi
ihtimalle bir destekçidir. Oysa anne ve babanın ebeveynlik sorumluluklarını birlikte
paylaşabilmesi o kadar mühim ki… İnsan çocuğu için emek harcadıkça, evladına daha
derinden bağlanıyor, ilişki sapasağlam hale geliyor.
Annelerin üstündeki sorumluluklar, onların evlatlarıyla nitelikli vakit geçirme ve sevgilerini
evlatlarına geçirebilme şansını azaltıyor. Maalesef anne, üstündeki sorumluluklardan dolayı
duyduğu yoğun duyguları evladına ve yakınlarına yansıtır bir konuma geçiyor.
Ataerkil bir toplumdayız… Baba çocuğu için bir şey yaptığında bu durum bu çok övülür.
Örneğin çocuğuna mama yedirmiştir, bunu görenler babaya methiye düzerler. Aynı işi anne
yaptığında ise bu çok alışıldık ve sıradan bir durum olarak algılanır.
Annenin yoğun duyguları birikir, birikir, hele ifade edebileceği bir alan bulamazsa bu durum
diğer insanlarla olan ilişkisine de yansır. Pek çok zaman bu tükenmişlik neticesinde evlilikler
derin yaralar alır.
Bir de ‘Bu sizin doğanızda var’ söylemi vardır. Yani anneler, babalara kıyasla ilk andan
itibaren anne olmuşlar ve anneliğe dair her şeyi biliyorlarmış muamelesi görürler. Oysa
ebeveynlik doğuştan getirdiğimiz bir beceriler topluluğu değildir. Bu süreç, zamanla oluşur,
bebekle bağ kurdukça pekişir.
O kadar çok anne var ki her konuyu bir uzman kadar iyi bilmek zorunda olduğunu hisseden...
Ebeveynlikle ilgili bütün kitapları okumadan ideal bir ebeveyn olamayacağına inanan, her gün
anne ve ebeveyn gruplarında ‘güncel bilgileri’ takip eden…
Annelerin destek alması kaçınılmaz. Eş, dost, akraba, uzman… Onlara iyi gelecek her türlü
sosyal destek kanallarını gözden geçirmeleri mühim. Aksi takdirde anne, hayatta kalabilmek
için bedeni ve zihni tarafından korumaya alınır. Kendini yoran süreçlerden ve ilişkilerden
bağını kopartır. Pek çok zaman oradaymış gibi devam eder, görevlerini yerine getirir ama
sadece bedenen oradadır. Otomatik pilotta yaşam devam eder. Tükenen anne hiç istemediği
halde çocuğuna bağırmaya, ona cezalar vermeye ve doğru olmadığını bildiği şeyleri yapmaya
başlar. Bilinçdışında, yaşadıklarının sebebi bir canlı vardır, ve o canlı onsuzluğu ve tüm bu
yaptırımları hak etmektedir. Olmak istediği anne o kadar uzaktır ki, kendine yabancılaşır…
Hele bir de ya hep ya hiç zihniyeti varsa, topyekün ebeveynlikten vazgeçer.
‘Beni kanser edeceksiniz bir gün’ diye evlatlarına bağırırken bulur bazen o anne kendini. Ve o
çocuklar da yaşamları boyunca kendilerini suçlu hissederler. Hele bir de bu kehanet
gerçekleşmişse ‘Annemi ben hasta ettim’, ‘Ben suçluyum’ inancı yerleşir… ve bu kısır döngü
uzar gider, nesilden nesile aktarılır.
İşte tam da bu nedenle bu yazıyı okuyanlar, eğer bir anneyseniz, destek isteyin, anlatın,
kendinizi ifade edin, hareket edin, müzik dinleyin, kendinize zaman ayırın, size iyi gelen ne
varsa yapın. Eğer etrafınızda bir anne varsa “Nasılsın? Sana nasıl yardımcı olabilirim?” diye
sormayı deneyin.
(Bu yazıda hep ‘anne’ kelimesini kullandım, bizim toplumumuz için maalesef tükenenler
anneler. Ama İsviçre’de yapılan çalışmalar İsviçreli babaların da baba tükenmişliği yaşadığını
ortaya koyuyor.)
Kusursuz Ebeveyn Yoktur, Isabelle Filliozat.
Comments